Dijital devire ayak uydurabilmek günümüzün en önemli konusu. Bakıldığında çalışma yöntemlerinden, yaşam tarzlarına kadar hayatımızın her alanına nüfuz ettiğini söylemek mümkün. Yeni medyanın en önemli ayağı olan “sosyal medya” hayatımızın önemli bir alanını kapsamaktadır.
Sosyal medya; ironik bir kavram, daha çok asosyalliğe iten bir mecra belki de. Ya da çok sosyal… Öyle ki, küresel kahvehane ortamı. Temassızlık bir nevi. Hatta şahsi ‘Truman Show’umuz. Bir başka ifadeyle müşterek yalanlarımızın, gönüllü aldanışlarımızın kozmik çöplüğü…
Sahip olduğumuz yaşam hatlarına bir yenisi eklendi. Gündelik hayatımızı idame ettirmek ve evimizi idare etmek için bugün sadece yollara, elektrik kablolarına, su borularına, posta kutularına, telefon tellerine ve kablolu televizyona bağlı değiliz. Artık elektronik iletişim ağlarına da ihtiyacımız var.
Özellikle genç nesil artık internet, Instagram veya diğer sosyal paylaşım sitelerinin olmadığı bir dünyayı hayal bile edemiyor. Hal böyle olunca “bu nesil nereye gidiyor” yakınmasıyla sonuçlanan bir çaresizlik ifadesinin hâkim olduğu, yitik nesil anlatısının ortaya çıktığı kültürel hava baskın hale geldi. Bu ağlardan bir günlüğüne bile uzak kalmak, bu kişilerde çok ciddi yoksunluk belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olabiliyor.
Bu durumu görmezden gelmek ve hazcı bir nihilizmle hareket etmek, bir başa çıkma mekanizması geliştiriyor. Söylenen her sözün doğruluğu arama motorundan kontrol ediliyor. Eğitimde usta ve çırak rolleri değişiyor. Kitap bilgileri bile internetten araştırılıyor. Hayatın her alanı dijital testten geçiyor. Özellikle gençler için bilginin güvenirliği internetten geçiyor.
Sosyal ağlarda adı konulmamış bir ‘en’ kuralı var: Kadraja giren her şey en iyi olmalı ve en küçük kusur dahi gizlenmeli. En şık açıdan profil resmi, en güzel kıyafetle ve tanınmış kişilerle çekilmiş resimler paylaşılmalı… Gerçek hayatın ise yalın kuralları var: ‘Ancak çalışan kişi karşılığını alır’.
Hepimizin hayatlarının başrolünde olan sosyal medya ile her şey ticaret unsuru, bizler de buna hizmet eden ekonomik sermayeler olarak yaşamlarımıza devam ediyoruz. Trend olanın peşinde koşuyor, popüler kültürü takip ederek toplum içerisinde varlık göstermeye çalışıyoruz.
Hep daha iyi görünmeli, güzel olmalı, kendimizin en iyi versiyonunu yansıtmalıyız olgusu… Güzellik algısının bile dijitalize edildiği bir çağda yaşıyoruz. Bu durum dünyada dijitalize edilen güzelliğin bir norm haline gelmesine sebebiyet verdi. Kadın, erkek fark etmeksizin bireyi tahakküm altına alarak, like’larla/beğenilerle beslemeye devam etmekteyiz.
Ben olgusuna giderek yabancılaştığımız, -gibi yaşamak- olgusunun yaygınlaştığı şu günlerde benlik kavramını irdelemek Lost’un adası kadar zor. Sonuç olarak, temelinde nasıl bir ihtiyaç olursa olsun, düşüncem o ki; sosyal medya paylaşımlarını yaşamın odağına almak, kişinin yaşamını hızlıca anlamadan, anlamlandırmadan paylaştığı kesitlere çevirmektir.
Düşünmek, analiz etmek, duygu ve düşüncelerin iç dünyada metabolize olmasını bekleyebilmek insanı ruhsal olarak geliştirilebilecek yegâne yoldur. Teknoloji her geçen gün gelişecektir. Ancak insanın içsel olarak ilerleyebilmesi, ruhsal gelişim gösterebilmesi teknolojinin aksine yavaşlama ile mümkün olur.
Bu nedenle teknoloji insana son hızda paylaşım olanakları sağlasa da biraz olsun yavaşlayıp düşünebilmek, insanın davranmadan önce anlamasını, anlayarak davranmasını sağlayacaktır. Nasıl teknolojik olarak gelişmişlik düzeyi var ise bu farkındalıkta ruhsal gelişmişlik düzeyini artırmanın başlıca yoludur. Aksi ise insanın ruhsal bütünlüğüne, buna bağlı olarak da tüm insanlığın ruhsal sağlığına ket vuracaktır.