Cengiz Sonay
İstanbul Yerel Haberler (IY)
İsrail, yine Suriye’ye saldırdı. Bu defa hedef başkent Şam’daki Genelkurmay Başkanlığı kompleksi oldu. Bu son saldırı, uzun süredir devam eden İsrail saldırganlığı politikasının bir parçası olarak değerlendiriliyor. Netanyahu hükümetinin, komşu ülkelere yönelik artan askeri operasyonları, bölgedeki gerginliği tırmandırırken, bu durumun kaçınılmaz olarak daha büyük bir bölgesel savaşa yol açıp açmayacağı konusu büyük bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin aldığı sayısız karara rağmen, uluslararası hukuku hiçe sayan İsrail’in bu pervasız tutumu, sadece Suriye’yi değil, tüm Orta Doğu’yu istikrarsızlığa sürüklüyor. Bu haber analizimizde, İsrail‘in son Suriye saldırısının ardındaki olası motivasyonları, bu saldırganlığın bölgesel bir savaşa dönüşme ihtimalini ve uluslararası toplumun bu duruma karşı nasıl bir tutum sergilemesi gerektiğini derinlemesine inceleyeceğiz.
Netanyahu’nun Saldırgan Politikası ve Komşu Ülkelere Yönelik Tehditleri
Başbakan Binyamin Netanyahu’nun liderliğindeki İsrail hükümetinin dış politikası, uzun yıllardır komşu ülkelere karşı sert ve müdahaleci bir yaklaşım sergiliyor. Özellikle İran ve onun bölgedeki müttefiklerine yönelik tehditkar söylemler ve askeri operasyonlar sıkça yaşanıyor.
Netanyahu’nun, İran’ın nükleer programını engelleme ve bölgedeki nüfuzunu kırma hedefleri doğrultusunda, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerin topraklarına yönelik sayısız saldırı gerçekleştirdiği biliniyor.
İddialara göre, Netanyahu’nun hedefinde sadece bu ülkeler değil, uygun koşullar oluştuğunda Türkiye de dahil olmak üzere tüm komşularına karşı benzer bir saldırganlık sergilemek yer alıyor. Bu durum, İsrail saldırganlığının bölgesel barış ve istikrar için ne denli büyük bir tehdit oluşturduğunu açıkça gösteriyor.
Uluslararası Hukukun İhlali ve Birleşmiş Milletler’in Etkisizliği
İsrail’in Suriye’ye yönelik son saldırısı, uluslararası hukukun açık bir ihlali olarak değerlendiriliyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin İsrail’in işgal altındaki topraklardan çekilmesi ve bölgedeki gerginliği azaltması yönünde aldığı sayısız karar bulunmasına rağmen, İsrail bu kararlara sürekli olarak uymuyor.
Uluslararası hukuk normlarını ve Birleşmiş Milletler’in uyarılarını hiçe sayan bu tavır, uluslararası toplumun İsrail karşısındaki çaresizliğini de gözler önüne seriyor. Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin farklı çıkarları nedeniyle İsrail’e karşı etkili bir yaptırım uygulanamaması, ülkenin saldırgan politikalarını daha da cesaretlendiriyor. Bu durum, uluslararası hukukun evrensel geçerliliği ve yaptırım gücü konusunda endişe uyandırıyor.
Bölgesel Bir Savaş İhtimali ve Aktörlerin Tutumu
İsrail’in artan İsrail saldırganlığının bölgede büyük çaplı bir bölgesel savaşa yol açıp açmayacağı, Orta Doğu’nun geleceği açısından en kritik soru olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle İran ve Hizbullah gibi İsrail’in hedefinde olan aktörlerin bu saldırılara nasıl bir yanıt vereceği büyük önem taşıyor. Şu ana kadar bu aktörlerin tepkileri genellikle sınırlı kalsa da, İsrail’in operasyonlarının yoğunlaşması ve daha fazla can kaybına neden olması durumunda, misilleme eylemlerinin şiddetlenebileceği ve kontrolden çıkabileceği endişesi hakim. Ayrıca, bölgedeki diğer ülkelerin de bu gerilimlere dahil olma ihtimali göz ardı edilmemeli.
Sonuç:
İsrail’in bugün Suriye Genel Kurmay Karargahına yönelik gerçekleştirdiği saldırı, İsrail saldırganlığının tehlikeli boyutlara ulaştığını bir kez daha teyit ediyor. Netanyahu hükümetinin uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler kararlarını hiçe sayarak komşu ülkelere yönelik sürdürdüğü bu politika, bölgesel savaş riskini önemli ölçüde artırıyor.
Uluslararası toplumun, İsrail’in bu pervasız tutumuna karşı daha kararlı bir şekilde harekete geçmesi ve İsrail’in bu saldırgan tutumuna artık dur demesi gerekiyor. Aksi takdirde, Orta Doğu, İsrail’in bu İsrail saldırganlığı nedeniyle çok daha büyük ve yıkıcı bir çatışmanın eşiğine gelebilir. Bölgesel ve küresel barışın korunması için, uluslararası aktörlerin ortak bir tavır sergileyerek İsrail’i uluslararası hukuk normlarına uymaya zorlaması hayati önem taşımaktadır.